Ahmet Şevki'nin Abdurrahman ed-Dahil'e Gazelinin Üçüncü Kısmı ve Türkçe Çevirisi [3/4]

“Emîru’ş-şuarâ / Şairlerin Emiri” unvanıyla tanınan Ahmet Şevkî (أَحْمَد شَوْقِي), Endülüs Emevi Devleti’nin kurucusu Abdurrahmân ed-Dâhil’e recez usulünde bir şiir yazmıştır. Şiirin yayımladığımız ilk kısmında Şevkî, konudan bağımsız bir girizgah ile başlamaktaydı. İkinci kısımda Dâhil’in kahramanlıkları ve sahip olduğu üstün nitelikleri dile getirir.

İkinci kısmın devamı niteliğinde olan çevirimizin üçüncü kısmında ise şair, Dâhil’in kahramanlıklarını anlatmaya devam ediyor. Bu kısımda dikkat çeken en önemli özelliklerden biri kısmen fazla darb-ı mesel tarzı beyitlerin yer almasıdır. Öyle ki Şevkî’nin tarzının Mütenebbî’yi andırdığını söyleyebiliriz. Bu özelliği taşıyan şairlerin tanınmışlık bakımından diğer şairlere göre daha avantajlı olduklarını söylemek mümkündür. Çünkü sadece şiirlere merakı olanlar tarafından değil; bu beyitleri günlük hitabında atasözü veya darb-ı mesel olarak kullanan halk tarafından da tanınmış oluyorlar. Nitekim her iki şair de bu avantajı iyi bir şekilde değerlendirmiş ve dönemlerindeki diğer çoğu şairden daha fazla öne çıkmış ve tanınmıştır. 

Henüz Okumadıysanız:

Şiirin ilk kısmı / ikinci kısmı

Önce Şiir

صَقْرُ قُرَيْشٍ) عَبْدُ الرَّحْمَن الدَّاخِل)

Abdurrahmân ed-Dâhil’e Gazel [3/4]

ذَاكَ وَاللهِ الْغِنَى كُلُّ الْغِنَى

أَيُّ صَعْبٍ فِي الْمَعَالِي مَا سَلَكْ

لَيْسَ بِالسَّائِلِ إِنْ هَمَّ مَتَى

لَا وَلَا النَّاظِرِ مَا يُوحِي الْفَلَكْ

زَايَلَ الْمُلْكُ ذَوِيهِ فَأَتَى

مُلْكَ قَوْمٍ ضَيَّعُوهُ فَمَلَكْ

غَمَرَاتٌ عَارَضَتْ مُقْتَحِماً

عَالِيَ النَّفْسِ أَشَمَّ الْمَعْطَسِ

كُلُّ أَرْضٍ حَلَّ فِيهَا أَوْ حِمىً

مَنْزِلُ الْبَدْرِ وَغَابُ الْبَيْهَسِ

İşte zenginliğin alası; kişinin

Yüce mertebelere ulaşmak için nice zorlu yollar katetmesi

O; azmedince “ne zaman” diyerek geciktirenlerden olmadığı gibi

Feleğin sürprizlerini oturup bekleyen biri de değildi

Hakimiyet onun hanedanından uzaklaşınca

Hakimiyetini kaybetmiş başka topluluğa kurdu hükümranlığını

Zorluklara maruz kalsa da

O onurlu, başı dik yiğit

Onun her geçtiği yer, her ayak bastığı toprak

Gökler kadar ulaşılamaz, aslan yuvası kadar engin oldu

***

نَزَلَ النَّاجِي عَلَى حُكْمِ النَّوَى

وَتَوَارَى بِالسُّرَى مِنْ طَالِبِيهْ

غَيْرَ ذِي رَحْلٍ وَلَا زَادٍ سِوَى

جَوْهَرٍ وَافَاهُ مِنْ بَيْتِ أَبِيهْ

قَمَرٌ لَاقَى خُسُوفًا فَانْزَوَى

لَيْسَ مِنْ آبَائِهِ إِلَّا نَبِيهْ

لَمْ يَجِدْ أَعْوَانَهُ وَالْخَدَمَا

جَانَبُوهُ غَيْرَ «بَدْرِ» الْكَيِّسِ

مِنْ مَوَالِيهِ الثِّقَاتِ الْقُدَمَا

لَمْ يَخُنْهُ فِي الزَّمَانِ الْمُوئِسِ

Dâhil kurtulup feleğin firkat fermanına boyun eğdi

Geceleyin peşindekilerden saklanıp kayboldu

Heybesi yok, azığı yok

Sadece baba yadigarı bir mücevheri vardı

Tutulan bir ay misali köşeye çekildi

Halbuki o mert ecdadın mert torunuydu

Ne bir kölesi ne de bir yaver

Kaldı yanında, “Bedir”den başka

Yıllarca sadık, samimi kölesiydi onun

Bu kara günlerde onu bırakmadı

***

حِينَ فِي أَفْرِيقِيَا اِنْحَلَّ الْوِئَامْ

وَاِضْمَحَلَّتْ آيَةُ الْفَتْحِ الْجَلِيلْ

مَاتَتِ الْأُمَّةُ فِي غَيْرِ الْتِئَامْ

وَكَثِيرٌ لَيْسَ يَلْتَامُ قَلِيلْ

يَمَنٌ سَلَّتْ ظُبَاهَا وَالشَّآمْ

شَامَهَا هِنْدِيَّةً ذَاتَ صَلِيلْ

فَرَّقَ الْجُنْدَ الْغِنَى فَانْقَسَمَا

وَغَدَا بَيْنَهُمُ الْحَقُّ نَسِيّ

أَوْحَشَ السُّؤْدُدُ فِيهِم وَسَمَا

لِلْمَعَالِي مَنْ بِهِ لَمْ تَأْنَسِ

رُحِمُوا بِالْعَبْقَرِيِّ النَّابِهِ

الْبَعِيدِ الْهِمَّةِ الصَّعْبِ الْقِيَادِ

مَدَّ فِي الْفَتْحِ وَفِي أَطْنَابِهِ

لَمْ يَقِفْ عِنْدَ بِنَاءِ ابْنِ زِيَادِ

هَجَرَ الصَّيْدَ فَمَا يُعْنَى بِهِ

وَهُوَ بِالْمُلْكِ رَفِيقٌ ذُو اصْطِيَادِ

سَلْ بِهِ أَنْدَلُسًا هَلْ سَلِمَا

مِنْ أَخِي صَيْدٍ رَفِيقٍ مَرِسِ

جَرَّدَ السَّيْفَ وَهَزَّ الْقَلَمَا

وَرَمَى بِالرَّأْيِ أُمَّ الْخُلَسِ

Afrika’da güven kalmayıp düzen bozulunca

Fetih rûhu da kayboluverince

Ümmet paramparça halde yok oldu

Paramparça olanlar azdır, sayıları çoksa bile

Yemen kılıçlarını savurdu, Şam ise

Hint işi kılıçların gölgesine düştü

Askerler refahı görünce gevşediler

Hak gözetilmez olup kayboldu aralarında

Hal böyle olunca mülk ellerinden gidip

Daha önce varmadığı ellere vardı

Ta ki onlar o âlî azimli

Rakipliği çetin dâhi ile rahmet olundular

Fetihleri devam ettirdi, mülk sınırlarını da

İbn Ziyad’ın durduğu yerde durdurmadı

Avcılıkla uğraşmadı ama

Mülk avcılığında pek iyiydi o

Endülüs’e sor, onun elinin varmadığı yer kalmış mı

Yahut avcılığına meydan okuyan çıkmış mı

Kılıcını savurdu, kalemini oynattı

Çetin siyasetiyle sinsiliğin kökünü kuruttu

***

بِسَلاَمٍ يَا شِرَاعًا مَا دَرَى

مَا عَلَيْهِ مِنْ حَيَاءٍ وَسَخَاءْ

فِي جَنَاحِ الْمَلَكِ الرُّوحِ جَرَى

وَبِرِيحٍ حَفَّهَا اللُّطْفُ رُخَاءْ

غَسَلَ الْيَمُّ جِرَاحَاتِ الثَّرَى

وَمَحَا الشِّدَّةَ مَنْ يَمْحُو الرَّخَاءْ

هَلْ دَرَى أَنْدَلُسٌ مَنْ قَدِمَا

دَارَهُ مِنْ نَحْوِ بَيْتِ الْمَقْدِسِ

بِسَلِيلِ الْأَمَوِيِّينَ سَمَا

فَتْحُ مُوسَى مُسْتَقِرَّ الْأُسُسِ

Ey limanına sağ salim varasıca yelken.. Bilir miydin

Sana binen yiğidin hayâsı, cömertliği nicedir

Cebrâil’in kanadına binmişçesine -hızlıca- yol almış

Efil efil esen meltemlerin eşliğinde

Karada aldığı yaralara şifa oldu deniz

Refah yaşamı gözden çıkaran zorlukla nasıl baş edemesin

Acaba biliyor muydu Endülüs

Kudüs taraflarından gelenin kadrini?

Emevîlerin soyundan gelen o yiğitle

Mûsâ’nın fethi kalıcı oldu

***

أمَوِيٌّ لِلْعُلَا رِحْلَتُهُ

وَالْمَعَالِي بِمَطِيٍّ وَطُرُقِ

كَالْهِلاَلِ اِنْفَرَدَتْ نُقْلَتُهُ

لَا يُجَارِيهِ رِكَابٌ فِي الْأُفُقِ

بُنِيَتْ مِنْ خُلُقٍ دُولَتُهُ

قَدْ يَشِيدُ الدُّوَلَ الشُّمَّ الخُلُقُ

وَإِذَا الْأَخْلاَقُ كَانَتْ سُلَّمَا

نَالَتِ النَّجْمَ يَدُ الْمُلْتَمِسِ

فَاِرْقَ فِيهَا تَرْقَ أَسْبَابَ السَّمَا

وَعَلَى نَاصِيَةِ الشَّمْسِ اِجْلِسِ

أَيُّ مُلْكٍ مِنْ بِنَايَاتِ الْهِمَمِ

أَسَّسَ الدَّاخِلُ فِي الْغَرْبِ وَشَادْ

ذَلِكَ النَّاشِئُ فِي خَيْرِ الْأُمَمِ

سَادَ فِي الْأَرْضِ وَلَمْ يُخْلَقْ يُسَادْ

حَكَمَتْ فِيهِ اللَّيَالِي وَحَكَمَ

فِي عَوَادِيهَا قِيَادًا بِقِيَادِ

سُلِبَ الْعِزَّ بِشَرْقٍ فَرَمَى

جَانِبَ الْغَرْبِ لِعِزٍّ أَقْعَسِ

وَإِذَا الْخَيْرُ لِعَبْدٍ قُسِمَا

سَنَحَ السَّعْدُ لَهُ فِي النَّحْسِ

Emeviydi o, yolculuğu yükseklere

Bineğe binmesini de bilir o, yol seçmesini de

Ay misali yolu da parlayışı da kendine özel

Ufukta görünen hiçbir kervan onunla yarışamaz

Ahlâkla kâim bir devlet inşa etti

Nice devletin demirbaşı ahlâk idi

Kişinin merdiveni ahlak olunca

Elinin ulaştığı yer de yıldızlar olur

İşte sen de -ey dinleyici- bu merdiveni çık

Göğe yükselir, güneşin tepesine yerleşirsin

Ne devlet kurdu o Dâhil

Mağrip ellerinde, adeta bir azim abidesi

En asil toplulukta yetişen o yiğit

Galip olmak üzere yaratılmıştı, mağlup değil

Zaman geldi feleğin karanlık geceleri ona hüküm sürdü

Bir zaman da geldi; ödeşip gecelere o hüküm sürdü

Şark’ta mülkü elinden alınınca

Mağrib’e damlayıp ulu devlet buldu

İşte böyle; kişinin kısmetinde hayır varsa

Uğursuzluk deryasında da olsa mutluluk onu bulur

...

Çeviri Notları

Bu şiir çevirisinde kelimeleri birebir çevirmekten ziyade bir yönden Türkçe metin içindeki anlam bütünlüğüne dikkat edilirken, bir yönden de Türkçe metni daha anlaşılır hale getirmek için bazı kalıp ve ifadeler çevirmek yerine Türkçeleştirilmiştir. Türkçeleştirmekten kastımız Türkçe muadili olan bir ifade yahut kalıbın tercih edilmesidir.

Yeni Kelimeleri Yoklayalım

Kaynaklar

Şiir için:

Şevkî, A. (1970). Duvelu’l-Arap ve Uzamâ’u’l-İslâm. Beyrut: Dâru’l-kitâbi’l-Arabi, 78-86.

Sözlükler: 

ez-Zirikli, H.D. (2002). el-Alâm. Beyrut: Dâru’l-ilm lil-melêyin.

İbn Manzûr. (1993). Lisânü’l-Arab. Beyrut: Dâru Sâder.

Önceki
Önceki

Seyyid Kutub'un Ruhun Tesellileri Adlı Eserinden Pasajlar ve Türkçe Çevirileri

Sonraki
Sonraki

Bahauddin Zuheyr'in Kederli Aşık Adlı Şiiri ve Türkçe Çevirisi