Kaderin Cilvesini Tavizsiz Bir Azamete Dönüştüren: Ebu’l-Ala el-Maarri’nin Şiiri ve Türkçe Çevirisi [2/2]
Abbasi döneminin muhalif ve münzevi sesi Ebû’l-‘Alâ el-Ma‘arrî’ yi (أَبُو الْعَلَاء الْمَعَرِّي) ve şiirlerini anlamak için hayatına bakmanın elzem olduğu herkesçe bilinmekte. Kimine göre hapishanesinden savurduğu kelimeleri kılıç gibi kullanan, mağrur, alıngan ve öfkeli biri, kimine göre yalnızlığa meftun, gönül gözü açık bir şair. Kendini düşünmeye adayan şair filozof, aksaklıkları yermekten geri durmamış ve övülmeyi de kimselere bırakmamıştır.
أَلَا فِي سَبِيلِ الْمَجْدِ “Şeref Uğruna Değil mi?” şiirinin 17 beyitten oluşan son kısmında atına övgüler dizmiş, düşmanlarını umursamadığını kendine has üslubuyla dile getirmiş ve kanaatkar yaşamayı yüceltmiştir.
Sizleri şiirin son kısmıyla başbaşa bırakıyoruz.
Henüz okumadıysanız;
Şiirin ilk kısmı
Önce Şiir
أَلَا فِي سَبِيلِ الْمَجْدِ
Şeref uğruna değil mi?
...
وَقَدْ أَغْتَدِي وَاللَّيْلُ يَبْكِي تَأَسُّفًا
عَلَى نَفْسِهِ وَالنَّجْمُ فِي الْغَرْبِ مَائِلُ
Günün ilk vakti ayrılırım, gece kendisine ağlarken
Yıldız da gözden kaybolmaya yaklaşmışken
بِرِيحٍ أُعِيرَتْ حَافِرًا مِنْ زَبَرْجَدٍ
لَهَا التِّبْرُ جِسْمٌ وَاللُّجَيْنُ خَلَاخِلُ
Toynaklarını yakuttan almış bir kısrakla
Bedeni altından, halhalları (nişaneleri) gümüşten
كَأَنَّ الصَّبَا أَلْقَتْ إِلَيَّ عِنَانَهَا
تَخُبُّ بِسَرْجِي مَرَّةً وَتُنَاقِلُ
Sanki Sabâ rüzgarı bırakmış dizginini bana
Eyerim altında bir hafifçe yürür bir eşkin
إِذَا اشْتَاقَتِ الْخَيْلُ الْمَنَاهِلَ أَعْرَضَتْ
عَنِ الْـمَـاءِ فَـاشْـتَـاقَتْ إِلَيْهَا الْمَنَاهِلُ
Atlar pınarları arzularken, atım suya yanaşmaz
Sonunda pınarlar olur, atımın yolunu gözleyen
وَلَيْلَانِ حَالٍ بِالْكَوَاكِبِ جَوْزُهُ
وَآخَرُ مِنْ حَلْيِ الْكَوَاكِبِ عَاطِلُ
İki gece; birinin karanlığı yıldızlarla süslenmiş
Öteki de simsiyah atım, yıldızların süslemediği
كَأَنَّ دُجَاهُ الْهَجْرُ وَالصُّبْحُ مَوْعِدٌ
بِوَصْلٍ وَضَوْءُ الْفَجْرِ حِبٌّ مُمَاطِلُ
Bu gecenin karanlığı ayrılık, sabahı bir vuslat gibi
Şafağın aydınlığı ise oyalanan bir sevgili
قَطَعْتُ بِهِ بَحْرًا يَعُبُّ عُبَابُهُ
وَلَـيْسَ لَهُ إِلَّا التَّبَلُّجَ سَاحِـلُ
Dalgaları azgın denizi (geceyi) kat ettim atımla
Şafağın sökmesinden başka yoktu sahili
وَيُؤْنِسُنِي فِي قَلْبِ كُلِّ مَخُوفَةٍ
حَلِيفُ سُرًى لَمْ تَصْحُ مِنْهُ الشَّمَائِلُ
Korkarken her kalp, hâli kararsız geceden,
Yoluma yoldaştır gece, bana yakınlık gösteren
مِنَ الزَّنْجِ كَهْلٌ شَابَ مَفْرِقُ رَأْسِهِ
وَأُوثِقَ حَتَّى نَهْضُهُ مُتَثَاقِلُ
Saçlarına ak düşmüş, ihtiyar bir zencidir o
Ayağında prangasıyla, zorlanır kalkarken dahi
كَأَنَّ الثُّرَيَّا وَالصَّبَاحُ يَرُوعُهَا
أَخُو سَقْطَةٍ أَوْ ظَالِعٌ مُتَحَامِلُ
Topallıyor Süreyya yıldızı, sabahın ürkütmesiyle
Sanki aksak bir devedir yahut hayvandan düşmüş biri
إِذَا أَنْتَ أُعْطِيتَ السَّعَادَةَ لَمْ تُبَلْ
وَإِنْ نَظَرَتْ شَزْرًا إِلَيْكَ الْقَبَائِلُ
Eğer mutluluk verildiyse sana, umursamazsın
Nefretle baksa bile, insanların gözleri
تَقَتْكَ عَلَى أَكْتَافِ أَبْطَالِهَا الْقَنَا
وَهَابَتْكَ فِي أَغْمَادِهِنَّ الْمَنَاصِلُ
Korktu senden yiğitlerin omuzlarındaki mızraklar
Kınlarındaki kılıçlar da senden çekindi
وَإِنْ سَدَّدَ الْأَعْدَاءُ نَحْوَكَ أَسْهُمًا
نَكَصْنَ عَلَى أَفْوَاقِهِنَّ الْمَعَابِلُ
Düşmanlar okları sana doğrulttuğunda
Yaylarından döndü, okların temrenleri
تَحَامَى الرَّزَايَا كُلَّ خُفٍّ وَمَنْسِمٍ
وَتَلْقَى رَدَاهُنَّ الذُّرَى وَالْكَوَاهِلُ
Felaketler sakınır, küçük insanlara yaklaşmaktan
Ölümdür devenin toynağına değil, hörgücüne uğrayan
وَتَرْجِعُ أَعْقَابُ الرِّمَاحِ سَلِيمَةً
وَقَدْ حُطِمَتْ فِي الدَّارِعِينَ الْعَوَامِلُ
Tamamen sağlam döner de mızrakların arkası
Sapları ve uçları, zırhlarda parçalanır
فَإِنْ كُنْتَ تَبْغِي الْعِزَّ فَابْغِ تَوَسُّطًا
فَعِنْدَ التَّنَاهِي يَقْصُرُ الْمُتَطَاوِلُ
İtibarın peşindeysen ölçülü olmaktan şaşma
Muhteris olan, gayesine erişince eksilmeye başlar
توَقَّى الْبُدُورُ النَّقْصَ وَهْيَ أَهِلَّةٌ
وَيُدْرِكُهَا النُّقْصَانُ وَهْيَ كَوَامِلُ
Dolunaylar hilalken, noksanlıktan sakınırlar
Noksanlıksa onları kamil olduklarında yakalar
Şiir Notları
Şair Bize Ne Anlatıyor?
“Topallıyor Süreyya yıldızı, sabahın ürkütmesiyle / Sanki aksak bir devedir yahut hayvandan düşmüş biri”
Sabah olduğunda Süreyya yıldızı aniden aydınlığa yakalanır ve batıya doğru süzülmeye başlar. Öylesine uzun bir yolculuktur ki bu, Süreyya yıldızı dermansız kalır. Hızlanmaya takati kalmayan yıldız düşmüş, takati kalmayan ya da topal kalmış hayvana benzemektedir. [1]
“Felaketler sakınır, küçük insanlara yaklaşmaktan / Ölümdür devenin toynağına değil, hörgücüne uğrayan”
Şair beyitte devenin toynak ve hörgücü aracılığıyla felaketlerin küçük ve büyük insanlara farklı şekilde uğradığını ifade eder. Hayattaki sıkıntıların, belaların toplumun ileri gelenlerini, büyüklerini yokladığını ancak küçük insanlara dokunmadığını anlatır. Şairin deyimiyle felaketler dahi kendisine dayanabilecek kimseleri tercih etmektedir.
“Dolunaylar hilalken, noksanlıktan sakınırlar / Noksanlıksa onları kamil olduklarında yakalar”
Beyit bir önceki beyitte şairin tavsiye ettiği itibarı isteyen kimsenin ölçülü davranması ve orta halden şaşmaması ilkesinin ayın hilal ve dolunay haliyle teşbih yapılmıştır. Ay hilalken, noksandır ve dolunay olmayı ister, kemale ermeye çalışır. Öte yandan hilal dolunay olduğunda kemale erdiğini, noksanlıktan arındığını düşünür oysa aynı anda eksilmeye başlar. Öyleyse insan ne az ne de çok olmayı değil mutedil olmayı düstur edinmelidir.
Çeviri Notları
- جَوْزُهُ beyitte gecenin ortası, ilerleyen vaktini ifade eden kelimeyi "karanlığı" olarak çevirdik.
- لَمْ تَصْحُ مِنْهُ الشَّمَائِلُ ifadesini hâli kararsız gece şeklinde kullandık.
- وَأُوثِقَ: Bağlanmak, zincirlenmek, kelepçelenmek manasındaki kelimeyi ayağında prangasıyla şeklinde kullanmayı tercih ettik.
- خُفٍّ وَمَنْسِمٍ: Deve toynağı ve ayak tabanı anlamına gelen kelimeleri küçük insanlar şeklinde kullandık.
Yeni Kelimeleri Yoklayalım
Kaynaklar
Şiir için:
el-Ma'arrî, E.-'. (1998). Dîvânu's-Sakti'z-Zend (şrh: Farûk et-Tebbâ'). Beyrut, Lübnan: Dâru'l-Erkam
[1] el-Ma'arrî, E.-'. (1998). Dîvânu's-Sakti'z-Zend (şrh: Farûk et-Tebbâ'). Beyrut, Lübnan: Dâru'l-Erkam, s. 231.
Kapak Görseli:
Paul Jean Baptiste Lazerges / Camel Train by Moonlight (1899)