Mecnun-ı Leyla’nın Çöl Yoldaşı: Kaside-i Munise ve Türkçe Çevirisi [1/4]
Mecnûn, daha doğrusu Mecnûn-ı Leylâ… Asırlar boyunca mevzû aşk olunca ilk hatıra gelen isim. Asıl ismi Kays b. Mülevvah (قَيْسُ بْنُ المُلَوَّح) olan ve Emevî döneminde yaşayan şaire “Mecnûn-ı Leylâ” lakabı, aşkı sebebiyle aklını yitirmişcesine yaptığı davranışlardan dolayı verilmiştir denilir. Amcasının kızı Leylâ’ya karşı hisleri o kadar yoğundur ki, babasına yazdığı dört mersiye dizesi hâricinde bütün şiirlerini Leylâ’ya ve onun aşkına hasretmiştir. [1]
Size tanıtmaya çalışacağımız Kasîde-i Mûnise (الْقَصِيدَةُ الْمُؤْنِسَة) onun divanındaki en uzun şiir olmakla birlikte edebî şahsiyetini yansıtan en mühim şiirlerindendir. Ünsiyet anlamına gelen “mûnise” diye adlandırılmasının ravilerce sebebi, çöllerde bir başına kaldığında sürekli bu şiirle yakınlık kurmasıdır. [2] Arap edebiyatında kasidelere müstakil isim verilmezken bu kasidenin isimlendirilmiş olması dikkat çekicidir. Kasidemiz 71 beyitten müteşekkil olmakla birlikte biz onu dört kısma bölerek sizlere açıklamaları ile sunmayı tercih ettik. Tevfîk Allah’tandır.
Önce Şiir
الْقَصِيدَةُ الْمُؤْنِسَة
Kasîde-i Mûnise
تَذَكَّرْتُ لَيْلَى وَالسِّنِينَ الْخَوَالِيَا
وَأَيَّامَ لاَ نَخْشَى عَلَى اللَّهْوِ نَاهِيَا
Andım Leylâ’yı ve geçen o seneleri
Neşemiz perdelenir diye korkmadığımız günleri
وَيَوْمٍ كَظِلِّ الرُّمْحِ قَصَّرْتُ ظِلَّهُ
بِلَيْلَى فَلَهَّانِي وَمَا كُنْتُ لاَهِيَا
Leylâ'yla kısalttım mızrak gölgesi misali nice uzun günleri
Avuttu beni; tabiatım değilken böyle geçirmek vaktimi
بِثَمْدَيْنَ لَاحَتْ نَارُ لَيْلَى وَصُحْبَتِي
بِذَاتِ الْغَضَى تُزْجِي الْمَطِيَّ النَّوَاجِيَا
Semdeyn’de Leylâ’nın ateşi göründü,
Dostlarım Zâti’l-ğadâ’da sürerken hızlı develeri
فَقَالَ بَصِيرُ الْقَوْمِ أَلْمَحْتُ كَوْكَباً
بَدَا فِي سَوَادِ اللَّيْلِ فَرْداً يَمَانِيَا
“Bir yıldız gördüm” dedi o anda kavmin gözcüsü;
“Beliren, gecenin karanlığında Yemâni kılıcı gibi”
فَقُلْتُ لَهُ بَلْ نَارُ لَيْلَى تَوَقَّدَتْ
بِعَلْيَا تَسَامَى ضَوْؤُهَا فَبَدَا لِيَا
Dedim ki: “Bilakis, Leylâ’nın ateşidir tepede yanan
Işığı yükselip de bana görünen”
فَلَيْتَ رِكَابَ الْقَوْمِ لَمْ تَقْطَعِ الْغَضَى
وَلَيْتَ الْغَضَى مَاشَى الرِّكَابَ لَيَالِيَا
Keşke kavmin develeri Ğadâ’yı terk etmese
Ayrılacak olurlarsa da; Ğadâ gece onlarla gitse
فَيَا لَيْلَ كَمْ مِنْ حَاجَةٍ لِي مُهِمَّةٍ
إِذَا جِئْتُكُمْ بِاللَّيْلِ لَمْ أَدْرِ مَاهِيَا
Ey Leylâ! Nice mühim ihtiyaçlarım vardır benim
Gece vakti kapına geldiğimde; adlarını bile koyamadığım
خَلِيلَيَّ إِلاَّ تَبْكِيَانِيَ أَلْتَمِسْ
خَلِيلاً إِذَا أَنْزَفْتُ دَمْعِي بَكَى لِيَا
Eğer ikiniz de bana ağlamayacaksanız dostlarım,
Yaşlarım tükenince ağlasın diye bir dosta tutunayım
فَمَا أُشْرِفُ الْأَيْفَاعَ إِلَّا صَبَابَةً
وَلاَ أُنْشِدُ الْأَشْعَارَ إِلَّا تَدَاوِيَا
Halbuki yükseklere çıkışım ancak hasret sebebiyle
Şiir söyleyişim de ancak deva olur ümidiyle
وَقَدْ يَجْمَعُ اللهُ الشَّتِيتَيْنِ بَعْدَمَا
يَظُنَّانِ كُلَّ الظَّنِّ أَنْ لَا تَلَاقِيَا
Belki de Allah kavuşturur ayrı kalanları
Karşılaşmaktan büsbütün me’yûs olmuşken onları
لَحَى اللهُ أَقْوَاماً يَقُولُونَ إِنَّنَا
وَجَدْنَا طَوَالَ الدَّهْرِ لِلْحُبِّ شَافِيَا
Allah kahretsin o kavimleri;
“Zamanla aşka şifa bulduk.” diyenleri
وَعَهْدِي بِلَيْلَى وَهِيَ ذَاتُ مُؤَصَّدٍ
تَرُدُّ عَلَيْنَا بِالْعَشِيِّ الْمَوَاشِيَا
Zira tanırım Leylâ’yı daha kısa kollu giydiği vakitlerden
Akşam vakti koyunları bize getirirken
فَشَبَّ بَنُو لَيْلَى وَشَبَّ بَنُو ابْنِهَا
وَأَعْلاَقُ لَيْلَى فِي فُؤَادِي كَمَا هِيَا
Oğulları ve torunları delikanlı oldular Leylâ’nın
Leylâ’ya olan gönül bağlarımsa, nasılsa öyle kaldı
إِذَا مَا جَلَسْنَا مَجْلِساً نَسْتَلِذُّهُ
تَوَاشَوْا بِنَا حَتَّى أَمَلَّ مَكَانِيَا
Ne zaman ağız tadıyla otursak bir yere
Çekiştirirler arkamızdan çekip gideyim diye
سَقَى اللهُ جَارَاتٍ لِلَيْلَى تَبَاعَدَتْ
بِهِنَّ النَّوَى حَيْثُ احْتَلَلْنَ الْمَطَالِيَا
Allah iyilik versin Leylâ’nın komşularına
Irak oldular göçünce uzak ovalara
وَلَمْ يُنْسِنِي لَيْلَى افْتِقَارٌ وَلَا غِنىً
وَلَا تَوْبَةٌ حَتَّى احْتَضَنْتُ السَّوَارِيَا
Unutturmadı ne fakirlik ne de zenginlik Leylâ’yı bana
Ne de tövbe; hatta sarıldım çadırından arta kalanlara
وَلَا نِسْوَةٌ صَبَّغْنَ كَبْدَاءَ جَلْعَداً
لِتُشْبِهَ لَيْلَى ثُمَّ عَرَضْنَهَا لِيَا
Ne de kadınlar; kocamış ve şişman
Leylâ’ya benzesin diye boyanıp bana sunulan
خَلِيلَيَّ لَا وَاللهِ لَا أَمْلِكُ الَّذِي
قَضَى اللهُ فِي لَيْلَى وَلَا مَا قَضَى لِيَا
Dostlarım! Ne Allah’ın Leylâ hakkında yazdığına
Ne de hakkımda yazdığına geçer sözüm
قَضَاهَا لِغَيْرِي وَابْتَلاَنِي بِحُبِّهَا
فَهَلَّا بِشَيْءٍ غَيْرِ لَيْلَى ابْتَلاَنِيَا
Başkasına yazdı Allah onu; beni de onun aşkına kıldı mübtela
Başka bir şeyi kılsaydı, Leylâ’dan başka bana bela?
وَخَبَّرْتُمَانِي أَنَّ تَيْمَاءَ مَنْزِلٌ
لِلَيْلَى إِذَا مَا الصَّيْفُ أَلْقَى الْمَرَاسِيَا
Leylâ’nın konacağını haber ettiniz Teymâ’ya
Yaz mevsimi gelip çapasını atınca
فَهَذِي شُهُورُ الصَّيْفِ عَنَّا قَدِ انْقَضَتْ
فَمَا لِلنَّوَى تَرْمِي بِلَيْلَى الْمَرَامِيَا
İşte bu yaz ayları da geldi geçti artık
Öyleyse nedir Leylâ’yı gurbete atan uzaklık
فَلَوْ أَنَّ وَاشٍ بِالْيَمَامَةِ دَارُهُ
وَدَارِي بِأَعْلَى حَضْرَمَوْتَ اهْتَدَى لِيَا
Bulurdu beni o dedikoducu; evi Yemâme’de
Evim de Hadramevt’in yukarısında olsa da
وَمَاذَا لَهُمْ لَا أَحْسَنَ اللهُ حَالَهُمْ
مِنَ الْحَظِّ فِي تَصْرِيمِ لَيْلَى حِبَالِيَا
Leylâ'nın muhabbetimizi kesmesi durumunda
Allah hallerini düzeltmesin ki ne fayda var onlara?
وَقَدْ كُنْتُ أَعْلُو حُبَّ لَيْلَى فَلَمْ يَزَلْ
بِيَ النَّقْضُ وَالْإِبْرَامُ حَتَّى عَلَانِيَا
Hâkimdim Leylâ muhabbetime; ancak bitmeyen
Bağlanma ve çözülmelerle, o hâkim oldu bana
...
Şiir Notları
1) Mecnûn Kimdir?
Şâirin vefât tarihi Hicrî 68 - Milâdi 688 yıllarına tekâbül etmektedir. Tâhâ Hüseyin gibi birçok münekkid onun tarihî varlığından şüphe duysa da bazı araştırmacılar onun tarihî şahsiyetini çeşitli belgelerle doğrulamaktadır. Emevîler dönemindeki meşhûr gazel şâirlerinden biridir. Adı Kays b. Mülevvah el-Âmirî (قَيْس بْنُ الْمُلَوَّح الْعَامِرِي)’dir. 645 yılında Arap Yarımadası'nda bulunan Necid şehrinde doğdu. Mekke ile Medine arasında bir vadi olan Hicaz Vadisi'ndeki Beni Âmer mahallesinde yaşadı, aynı zamanda Mervân b. el-Hakem ve Abdülmelik b. Mervân'ın halifelik dönemlerine de şâhit oldu. [3]
Küçüklüğünden beri beraber büyüdüğü kuzeni Leylâ bint Mehdî el-Âmiriyye’ye olan sevgisinden dolayı kendisine Mecnûn-ı Leylâ lakabı verildi, ona olan aşkıyla ve söylediği gazeller ile ünlü oldu. Fakat belirli bir yaşa eriştiklerinde, ailesi Leylâ’yı ondan uzaklaştırıp görüşmelerine mâni oldu. Mecnûn’un ailesi oğullarının derdine derman olabilmek için yüksek bir mehir topladıktan sonra Leylâ’nın ailesinden kızı istediler. Ancak kız tarafı, kızlarını aşkı sebebiyle halkın diline düşüren bir kişiyle evlendirmek istemediler. Örflerine göre birisi kızlarının adını çıkaracak davranışlarda bulunarak kendi şereflerine leke sürerse onu asla damat olarak kabul etmezlerdi. Bu esnada, Sakif'ten başka bir kişi Leylâ’ya tâlip oldu ve onunla evlendi. Böylece Leylâ istemese de kocasıyla Tâif'e gitti. [4] Mecnûn bu trajik durum karşısında kendini Şam, Necid ve Hicaz çöllerine attı, Leylâ’ya olan ümitsiz aşkını anlatan gazeller ve şiirler söylemeye başladı.
Hayatının sona ermesi de acı bir şekilde oldu. Ailesi onu yanında zaptedemediği için zavallı Kays kendini çöllere vurmuştu. Kabilesinden bir kadın ona yiyecek getirirdi; ancak Kays’ı kah bulurken kah bulamazdı. Bulamadığı zaman da yiyebilmesi için getirdiği yemeği çölde bırakırdı. Bir sonraki gün geldiğinde getirdiği yiyecekleri kontrol eder, böylece onun hayatta olup olmadığını anlardı. Fakat kadın bir gün bıraktığı yemeğe hiç dokunulmadığını fark edince kabilesi Mecnûn’a dair korkuya kapıldı. Aramaları sonucunda onu bulduklarında ise Mecnûn çoktan vefât etmişti. [5] Şâir ölse dahi şiirleri asırlar boyu Arap, Fars, Türk ve Hint edebiyatı üzerinde uyandırdığı büyük yankılar ile yaşamaya devam etmiştir.
2) Şair Bize Ne Anlatıyor?
"Andım Leylâ’yı ve geçen o seneleri / Neşemiz perdelenir diye korkmadığımız günleri"
Eğer bu dizelerde Kays, bir hayâlden bahsetmiyorsa Leylâ'nın da kendisini sevdiği anlaşılabilir. Nitekim neşelenme ve eğlenme durumunun karşılıklı olduğu ifade ediliyor. Bu dizeden, henüz gençlik çağına erişmemiş çocukların konuşup görüşmelerinin ve aynı oyunları oynamalarının Arap toplumunda sakıncalı karşılanmadığı anlaşılabilir. Mecnûn da o zamanlara atıfta bulunarak bir zamanlar Leylâ ile görüşmesine izin verildiğinden bahsetmektedir. Bu günlerde ne kendilerini kınayanlar ne de görüşmelerini engelleyenler bulunmaktadır. Daha sonra ise Mecnûn’un aşkı ortaya çıkınca Leylâ’nın ailesi bu görüşmeleri yasaklamış, Leylâ ve Kays’ın korktukları başlarına gelmiş, ayrı düşmüşlerdir. [6]
"Leylâ'yla kısalttım mızrak gölgesi misali nice uzun günleri / Avuttu beni; tabiatım değilken böyle geçirmek vaktimi"
Arapların zamanı güneşin hareketlerine göre ölçtüğü bu dönemlerde mızraklar, en yaygın kullanılan aletlerden olmuşlardır. Toprağa dikilen mızrakların gölgesinin sabahın ilk vaktinden itibaren güneşin hareketlerine göre uzayıp kısaldığı, güneşin batışıyla birlikte tamamen gözden kaybolduğu görülür. İşte bu uzun günlerin gölgeleri; Leylâ ile kısalmakta, gündüzler Leylâ'nın düşüyle geçmektedir. [7]
Dedim ki: “Bilakis, Leylâ’nın ateşidir tepede yanan / Işığı yükselip de bana görünen”"
Burada Kays’ın çektiği acının daha iyi anlaşılması için bir noktaya daha dikkat çekmemiz gereklidir. Şair “Leylâ’nın ateşi” ifadesini kullanıyor lakin ateş Leylâ’nın mıdır? Yoksa Leylâ’nın ailesinin kendi ihtiyaçları için yaktıkları ateş midir? Mecnûn Leylâ’dan başkasını görmediği için her şeyi ona izafe etmiştir. Leylâ’nın ateşi, Leylâ’nın diyarı kısacası onun gördüğü ve kastettiği her şey Leylâ ile alâkalı. [8] İlerideki beyitlerde Leylâ’yı ziyaret etmenin Hac menâsiklerinden de sayıldığını göreceğimiz için Leylâ’nın ailesinin yaktığı ateşin sadece Leylâ’ya ait gibi görülmesi garipsenecek bir şey değildir.
"Eğer ikiniz de bana ağlamayacaksanız dostlarım, / Yaşlarım akmaz olunca ağlasın diye bir dosta tutunayım"
Şâirlerin tesniye hitapla yanındakilere seslenmesi bilinen bir husustur. Şiir şerhlerinde bu iki kişi amcaoğulları olarak ifade edilmiştir. Mecnûn iki amca oğluyla birlikte Leylâ’nın bulunduğu yere gidip kapısında ağlayarak geri döndükten sonra çaresiz derde ağlama hususundaki temennisini ifâde ediyor.
"Halbuki yükseklere çıkışım ancak hasretim sebebiyle / Şiir söyleyişim de ancak deva olur ümidiyle"
Tarihsel çerçevede bu beş beytin inşâd edilme sebebini daha iyi anlamamızı sağlayacak Kitâbü’l-eğâni’den yapılan şöyle bir alıntı var: “Kavminden birisi onu daha aklını kaybetmeden önce vâdide anlayamadığı şiirler mırıldanırken görünce şu soruyu sormuş? ‘Ey Kays! Seni Leylâ’dan şiir söylemekle oynamak mı alıkoydu?’ Bunun üzerine Mecnûn bu ve ardındaki üç beyti avazının çıktığı kadar muhatabına haykırarak cevâbını vermiştir.” [9]
"Unutturmadı ne fakirlik ne de zenginlik Leylâ’yı bana / Ne de tövbe; hatta sarıldım çadırından arta kalanlara"
“Çadırdan arta kalanlara sarıldım.” ifadesi modern asrın insanına bir şey ifâde etmeyebilir. Ancak bu beyti şerhler yardımı ile izaha çalıştığımızda karşımıza şu sahne çıkıyor: Bu dönemin insanları bir kez görüp âşık olduğu mahbûblarına bir daha kavuşamıyorlar. Çünkü kitlesel iletişim araçları yok; yol yok, iz yok. Adını sanını bilmedikleri birine tutuluyorlar çoğu kez. Âşık oldukları şahsı bilseler dâhi o asır yoğun bir şekilde göçlerin yaşandığı bir asır. Otlaklar için göç, ticaret için göç, çöl baskınlarından korunmak için göç… Âşıklar bu göçlere sitemler ederek hasretlerini bir nebze olsun dindirmek için maşûklarının terk ettiği harabelere gidip ağlıyorlar. Burada da Leylâ’nın terkettiği evin kalıntısına sarılarak ağlayan şâirin hüznüne şâhit oluyoruz.
Ne de kadınlar; kocamış ve şişman / Leylâ’ya benzesin diye boyanıp bana sunulan"
Mecnûn’un ailesi, onu Leylâ’ya olan aşkından vazgeçirmek için farklı kimseler ile görüştürmek isterler. Ancak Mecnûn onların getirdikleri kadınlara -öyle olmamalarına rağmen- çirkin sıfatlar takarak ailesinin bu çabalarıyla alay eder. Onun gözünde Leylâ’ya eş değerde kimse olmadığı için başka kadınları kötülemek ister.
"Leylâ’nın konacağını haber ettiniz Teymâ’ya / Yaz mevsimi gelip çapasını atınca / İşte bu yaz ayları da geldi geçti artık / Öyleyse nedir Leylâ’yı gurbete atan uzaklık"
Yaz mevsimi gemiye benzetilmiş lakin benzetilen gemi lafızda söylenilmemiş sadece lâzımı olan çapa zikredilmiştir. Gemi denizde uygun bir yer bulduğunda çapasını atarak oraya kendini sabitler. Yaz mevsimi de -Mecnûn açısından- vuslat vaktine demir atmış ve çayırlar çimenler bollaşmış, develer ortak noktalara getirilmeye başlanmış lakin Leylâ buna rağmen gel(e)memiştir. Aslında Leylâ’nın ailesinin Teymâ’ya bu mevsimde sürülerini otlatmak için gelmesi gerekiyordu. Fakat anlaşılan sebeplerden bu gerçekleşmemiş ve şâir bütün sene yaz mevsimini; yaz mevsiminde de Leylâ’yı beklediği halde vuslâta erememesini vecîz bir şekilde ifâde etmiştir.
Çeviri Notları
- تَذَكَّرْتُ لَيْلَى: “Andım Leylâ’yı” olarak çevirdiğimiz cümle “Hatırladım Leylâ’yı” şeklinde de tercüme edilebilir. Ancak hatırlamak, unutmayı da ifade ettiğinden biz çevirimizde “anmak” kelimesini kullanmayı tercih ettik.
- وَيَوْمٍ كَظِلِّ الرُّمْحِ قَصَّرْتُ ظِلَّهُ بِلَيْلَى: Tercümede hazfedilen bir “رُبَّ” edatı düşünülerek “Nice” manâsı verilmiş ise de “Böyle bir günü ben Leylâ ile/Leylâ'yı düşünerek kısalttım.” manâsı da şâirin ahd-i zihnî yaptığı düşünülerek o günü özelleştirdiği ve belirli günden bahsettiği göz önüne alınarak verilebilir.
- أَلْتَمِسْ: Asıl manâsı “talep etmek” iken biz “tutunmak” şeklinde tercüme ettik. Zira şâirin burada sıradan bir arayışta olmayıp, tutunacağı son çareyi ifade ettiğini düşünüyoruz.
- مُؤَصَّدٍ: Muassad kelimesinin manâsı, küçük kızlara giydirilen kolsuz elbiseler olarak açıklanmıştır. Türkçede zıbın kelimesi ile ifade edilen elbise çeşididir. Biz kısa kollu olarak tercüme ettik.
- الثَّمْدَيْن، ذَاتُ الغَضى: mekan isimleridir.
- بَصِيرُ الْقَوْمِ: “Keskin gözlü” demek olan tabiri “kavmin gözcüsü” olarak çevirmeyi tercih ettik.
- أَمَلَّ مَكَانِيَا: Buradaki مَكَانِي ifadesi “bulunduğum yerden” olarak tercüme edilebilse de aslında “Leylâ ile olan sohbetimden” manâsındadır. Dedikodu olunca Leylâ ile aramız bozuluyor sonrasında ben de bu durumdan sıkılıyorum ve bulunduğum yeri terk ediyorum manâsını şâir vecîz bir şekilde ifâde etmiştir.
- اِحْتَضَنْتُ السَّوَارِيَا: “Çadırdan arta kalan kalıntılar” olarak tercüme ettiğimiz السَّوَارِي kelimesinin asıl manâsı ev için kullanılırsa kolon gemi için kullanılırsa gemi direğidir.
- تَدَاوِيَا: “Deva” diye tercüme ettik. Bu sözlü ve sözsüz akla gelebilecek her türlü iyileştirme yöntemini kapsaması içindir.
Kaynaklar
Şiir için:
el-Vâlibi, E.B., el-Halebi, C. (1939). Mecnûn-ı Leylâ. Kâhire: Matba’atu Mustafa el-Bâbi el-Halebi, 89- 94.
[1], [2], [5], [6], [7], [8], [9] Reşîd, E. M. (2020). Tezekkertü Leylâ. Kâhire: Mektebetü’l-âdab.
[3], [4] Durmuş, İ. (2003). Mecnûn.TDV İslâm Ansiklopedisi, 28, 277-278.
Kapak Görseli: