Zekeriyya Tamir'den Üç Kısa Hikaye ve Türkçe Çevirileri
Arap dünyasında öykü türünü zirveye taşıyan Zekeriyyâ Tâmir (زَكَرِيَّا تَامِر), çocukların ve yetişkinlerin dünyalarına eğildiği çeşitli öyküleriyle zihinlere kazınmıştır. Bu öykülerinde kendine has alaycı; ancak bir o kadar da anlaşılır, yalın bir dil ve gerçekle kurguyu ayırt edemediğimiz, gülsek mi gülmesek mi arada kaldığımız bir üslup kullanmıştır [1]. Biz de, "سَنَضْحَك (Haydi Gülelim)’’ adlı eserinden, okuması hem rahat hem de zevkli birkaç hikayeyi sizler için tercüme ettik. Öyleyse buyurun hep birlikte okuyalım.
Önce Yazı
الطُّوفَانُ
صَدَّقْنَا بِأَنَّ الطُّوفَانَ آتٍ، فَهَرَعْنَا إِلَى جَوْفِ السَّفِينَةِ الْمُوشِكَةِ عَلَى الْإِبْحَارِ، وَمَا إِنْ أَبْحَرَتِ السَّفِينَةُ حَتَّى تَلَاشَى خَوْفُنَا وَقَلَقُنَا، وَتَنَهَّدْنَا فَرِحِينَ بِنَجَاتِنَا، وَتَحَلَّقْنَا حَوْلَ بَعْضِ الرُّكَّابِ مُتَسَائِلِينَ عَنْ وُجْهَةِ السَّفِينَةِ
«قَالَ الرَّاكِبُ الْأَوَّلُ: «لَا أَعْرِفُ الْبَلَدَ الَّذِي تَقْصِدُهُ السَّفِينَةُ، وَلكِنَّهُ سَيَكُونُ بَلَداً الْحَيَاةُ فِيهِ آمِنَةٌ مُرِيحَةٌ، أَكْلٌ وَنَوْمٌ
قَالَ الرَّاكِبُ الثَّانِي: «مَا أَعْلَمُهُ هُوَ أَنَّهَا سَتَرْسُو أَخِيراً فِي مِينَاءٍ تَابِعٍ لِبِلَادٍ مَنْ يَعْمَلُ فِيهَا شَهْراً يَسْتَطِيعُ عَمَلُهُ أَنْ يَكْفَلَ لَهُ دَخْلاً يُتِيحُ لَهُ أَنْ يَسْتَرِيحَ سَنَةً
«قَالَ الرَّاكِبُ الثَّالِثُ: «أَيُّ بَلَدٍ تَقْصِدُهُ السَّفِينَةُ سَيَكُونُ أَفْضَلَ مِنْ الْبَلَدِ الَّذِي كُنْتُ أَحْيَا فِيهِ
«قَالَ الرَّاكِبُ الرَّابِعُ: «لَا أَدْرِي، وَلَا أَحَدَ يَدْرِي، وَمَنْ يَدْرِي سَيَقُولُ إِنَّهُ لَا يَدْرِي
«قَالَ الرَّاكِبُ الْخَامِسُ: «أَنَا لَمْ أَرْكَبْ فِي هَذِهِ السَّفِينَةِ إِلَّا لِأَنَّ الرُّكُوبَ مَجَّانِيٌّ
«قَالَ الرَّاكِبُ السَّادِسُ: «أَنَا أُحِبُّ النَّوْمَ عَلَى هَدِيرِ الْأَمْوَاجِ، وَهُوَ يَجْلِبُ لِي فَيْضًا مِنَ الْمَنَامَاتِ السَّارَّةِ
«قَالَ الرَّاكِبُ السَّابِعُ: «رَأَيْتُ النَّاسَ يَتَزَاحَمُونَ عَلَى الرُّكُوبِ فِي السَّفِينَةِ، فَزَاحَمْتُ وَنَجَحْتُ فِي الرُّكُوبِ
«قَالَ الرَّاكِبُ الثَّامِنُ: «مَا دَامَتِ السَّفِينَةُ تَسِيرُ، فَلَنْ تَظَلَّ تَسِيرُ، وَلَا بُدَّ لَهَا مِنْ أَنْ تَتَوَقَّفَ فِي مِينَاءٍ مِنَ الْمَوَانِئِ
«قَالَ الرَّاكِبُ التَّاسِعُ: «تَعَوَّدْتُ أَلَّا أَسْأَلَ عَنْ وُجْهَةِ أَيَّةِ سَفِينَةٍ أَرْكَبُهَا بَلْ أَسْأَلُ عَنْ مَطْعَمِهَا وَمَا إِذَا كَانَتْ وَجَبَاتُهُ شَهِيَّةً وَرَخِيصَةً وَصِحِّيَّةً
«قَالَ الرَّاكِبُ الْعَاشِرُ: «لَا فَائِدَةَ فِي السُّؤَالِ لِأَنَّ السَّفِينَةَ سَتَتَعَرَّضُ لِحَادِثٍ غَامِضٍ مُرَوِّعٍ يُؤَدِّي إِلَى غَرَقِهَا وَعَدَمِ وُصُولِهَا إِلَى أَيَّةِ أَرْضٍ
قَالَ الرَّاكِبُ الْحَادِيَ عَشَرَ: «لَمْ أُحَاوِلْ أَنْ أَسْأَلَ أَيَّ سُؤَالٍ، فَكُلُّ سُؤَالٍ يَكْشِفُ عَنْ فُضُولٍ لَا مُسَوِّغَ لَهُ وَلَاسِيَّمَا وَأَنَّ الْأَوَانَ لَيْسَ أَوَانَ الْفُضُولِ وَالْأَسْئِلَةِ
وَلَمْ نُحَاوِلْ أَنْ نَسْأَلَ الرَّاكِبَ الثَّانِيَ عَشَرَ لِأَنَّهُ كَانَ مِنَ الْوَاضِحِ أَنَّهُ رَكِبَ فِي السَّفِينَةِ كَيْ يَنْشِلَ الرُّكَّابَ وَيَسْطُوَ عَلَى مَا فِي جُيُوبِهِمْ. وَلَمَّا لَمْ نَتَلَقَّ مِنَ الرُّكَّابِ أَيَّ جَوَابٍ مُقْنِعٍ، فَقَدْ تَنَبَّهْنَا إِلَى أَنَّنَا أَهْمَلْنَا أَنْ نَسْأَلَ مَنْ كَانَ يَنْبَغِي لَنَا أَنْ نَسْأَلَهُ أَوَّلاً، وَهُوَ رُبَّانُ السَّفِينَةِ، وَلَكِنَّنَا عِنْدَمَا قَصَدْنَاهُ سَائِلِينَ عَنْهُ، اِتَّضَحَ لَنَا أَنَّ السَّفِينَةَ بِغَيْرِ رُبَّانٍ، وَأَنَّ رِحْلَتَنَا سَتَزْخَرُ بِالْمُفَاجَآتِ
Tufan
Tufanın gelmekte olduğuna iyiden iyiye inanmıştık. Bu sebeple çabucak, denize açılmaya hazırlanan geminin içine doluştuk. Ancak korkumuz ve endişemiz gemi kalkıncaya kadar sürdü. Ne zaman ki denize açıldık, işte o vakit kurtulmuş olduğumuza sevinerek derin bir nefes aldık. Ardından, birtakım yolcular etrafında toplanıp geminin varış noktası hakkında sorular sormaya başladık.
Birinci yolcu şöyle dedi: “Doğrusu geminin hangi memlekete gitmekte olduğunu bilmiyorum. Ancak eminim yemek ve uyku başta olmak üzere orada yaşam, son derece güvenli ve konforlu olacak.”
İkinci yolcu atıldı: “Bildiğim o ki gemi en nihayetinde öyle bir ülkenin limanına demir atacak ki o memlekette kim bir ay çalışsa, bu çalışmasıyla bir sene dinlenmesine yetecek geliri haiz olacak.”
Üçüncü yolcu devam etti: “Gemi her ne şehre gitse orası şimdiye değin yaşadığım şehirden çok daha güzel olacak.”
Dördüncü yolcu söze karıştı: “Bunun cevabını ne ben biliyorum, ne de bir başkası. Bilen de bilmiyorum diyecektir.”
Beşinci yolcu araya girdi: “Bana gelince, ben gemiye yalnızca taşıma ücreti olmadığı için bindim.”
Altıncı devam etti: “Ben, dalgaların uğultusu eşliğinde uyumayı seviyorum. O kadar ki bu ses, sayısız tatlı rüyalara daldırıyor beni.”
Yedincisi atıldı: “İnsanları gemiye binmek için itişip kakışırken gördüm. Ben de binmek için çekiştim ve başardım da.”
Sekizinci yolcu konuştu: “Gemi hala hareket halinde ancak nasıl olsa bu hep böyle sürmeyecek. Muhakkak bir limanda duracak.”
Dokuzuncusu söze girdi: “Ben bindiğim geminin rotasını değil, kafesini ve oradaki lezzetli, ucuz ve sağlıklı yiyecekleri soruşturmayı alışkanlık edindim.”
Onuncusu söze karıştı: "Bu konu üzerinde kafa yormanızın hiçbir anlamı yok çünkü gemi bilinmeyen korkunç bir kaza ile karşı karşıya kalacak. Öyle ki bu kaza, geminin batıp herhangi bir kara parçasına ulaşmasına engel olacak."
On birinci yolcu söze girdi: "Hiçbir soru sormaya yeltenmiyorum. Çünkü her soru beraberinde gereksiz bir merak doğuruyor. Kaldı ki vakit boş yapma ve soru sorma vakti değil."
Sıra on ikinci yolcuya geldiğinde soruyu ona yöneltmeye yeltenmedik bile. Öyle görünüyordu ki o, yalnız diğer yolcuları soymak ve ceplerinde ne varsa araklamak için gemiye binmişti. Hiçbir yolcudan tatmin edici bir cevap alamayınca fark ettik ki biz geminin istikametini en evvel sormamız gereken kişiyi atlamıştık. O kişi geminin kaptanıydı. Fakat ona bakındığımızda gördük ki aslında geminin bir kaptanı yoktu ve yolculuğumuz sürprizlerle doluydu.
السَّارِقُ وَالْمَسْرُوقُ
أَخْلَى الْمَطَرُ وَالْبَرْدُ وَالرِّيحُ وَاللَّيْلُ الشَّارِعَ مِنَ الْمَارَّةِ، وَلَكِنَّ ثَمَّةَ رَجُلاً لَمْ يَكْتَرِثْ لَهُمْ، وَاسْتَمَرَّ فِي سَيْرِهِ الْمُتَرَنِّحِ الْمُتَمَهِّلِ، وَرَاقَبَ الْبُيُوتَ بَيْتًا بَيْتًا، وَاخْتَارَ أَحَدَهَا، وَانْتَظَرَ قُرْبَهُ حَتَّى أُطْفِئَتْ كُلُّ أَنْوَارِهِ، وَانْتَظَرَ اِنْتِظَارًا آخَرَ قَدَّرَ أَنَّهُ كَافٍ لِأَنْ يَغْرَقَ سُكَّانُ الْبَيْتِ فِي النَّوْمِ الْعَمِيقِ، ثُمَّ تَسَلَّلَ إِلَى دَاخِلِ الْبَيْتِ هَازِئًا بِكُلِّ الْأَبْوَابِ الْمُقْفَلَةِ، وَحَرِيصًا عَلَى الْعَمَلِ بِمَا كَانَ يُرَدِّدُهُ دَائِمًا بِتَبَاهٍ: «أَدْخُلُ كَالنَّسِيمِ وَأَخْرُجُ كَالنَّسِيمِ
وَجَالَ الرَّجُلُ فِي غُرَفِ الْبَيْتِ مُتَجَنِّبًا الْغُرَفَ الَّتِي يَظُنُّ أَنَّهَا غُرَفُ نَوْمٍ بَاحِثًا بِهُدُوءٍ عَمَّا غَلَا ثَمَنُهُ وَخَفَّ وَزْنُهُ، وَكَبَتَ شَهْقَةَ تَعَجُّبٍ عِنْدَمَا تَنَبَّهَ بَغْتَةً لِصُورَةٍ فُوتُوغْرَافِيَّةٍ مُعَلَّقَةٍ عَلَى الْحَائِطِ لِرَجُلٍ ضَخْمِ الرَّأْسِ ذِي وَجْهٍ صَلِفٍ مُتَعَجْرِفٍ، وَضَحِكَ بِصَوْتٍ عَالٍ سَاخِرٍ غَيْرَ آبِهٍ لِسُكَّانِ الْبَيْتِ إِذْ عَلِمَ فِي تِلْكَ اللَّحْظَةِ أَنَّهُ كَانَ يُحَاوِلُ سَرِقَةَ بَيْتِهِ، وَجَلَسَ عَلَى أَحَدِ الْمَقَاعِدِ مُكْتَئِبًا كَآبَةً لَا سَبَبَ لَهَا إِلَّا تَيَقُّنَهُ بِأَنَّ يَوْمَ تَقَاعُدِهِ لَمْ يَعُدْ بِالْبَعِيدِ
Soyguncu ve Soyulan
Yağmur, ayaz, rüzgar ve gece sebebiyle gelip geçen kimse kalmamıştı sokakta. Fakat orada bir adam vardı ki tüm bunlara bana mısın demedi. Sersem ve yavaş adımlarla yoluna devam etti. Evleri bir bir süzdü ve evlerden birini gözüne kestirdi. Tüm ışıkları sönünceye kadar evin yakınında bekledi. Ev sakinlerinin derin bir uykuya dalması için belirlediği son vakte kadar durdu orada. Sonra her zamanki gibi kibirle “rüzgar gibi girer rüzgar gibi çıkarım” sözünü mırıldana mırıldana hırsla tüm kilitli kapıları çocuk oyuncağı gibi açtı ve evin içine sızdı.
Adam, yatak odası olduğunu düşündüğü odalara yaklaşmamaya gayret ederek evin odalarında dolaştı. Sessiz sessiz yükte hafif pahada ağır gelecek şeyler aramaktaydı. Birden duvarda asılı kocaman bir başa ve kurumlanan, mağrur bir yüze sahip adamın fotoğrafınının farkına vardı. İşte o an şaşkınlıktan kaynaklanan çığlığını zor dizginledi. Ancak akabinde ev sakinlerini umursamayarak alaycı, yüksek bir sesle güldü. O an bizzat kendi evini soymaya çalıştığını anladı. Kederli ve mahzun oturuverdi koltuklardan birine. Aslına bakarsak emeklilik gününün hiç de uzak olmadığını bilmesi dışında hüznü için hiçbir sebep yoktu.
النَّاجِحُونَ فِي الْاِخْتِبَارِ
دَخَلَ إِلَى غُرْفَةِ الطَّبِيبِ ثَلَاثَةُ رِجَالٍ وَمُمَرِّضَةٌ، فَرَحَّبَ الطَّبِيبُ بِالرِّجَالِ، وَرَجَاهُمُ الْجُلُوسَ مُشِيرًا إِلَى الْمَقَاعِدِ الْقَرِيبَةِ مِنَ الطَّاوِلَةِ الَّتِي كَانَ يَجْلِسُ وَرَاءَهَا، وَطَلَبَ إِلَى الْمُمَرِّضَةِ أَنْ تُحْضِرَ لَهُمُ الْقَهْوَةَ، فَبَادَرَتْ إِلَى الْخُرُوجِ مِنَ الْغُرْفَةِ بِخُطًى مُسْرِعَةٍ
قَالَ الطَّبِيبُ لِلرِّجَالِ الثَّلَاثَةِ: «أَرْجُو أَلَّا تَعْتَبِرُوا هَذِهِ الْجَلْسَةَ جَلْسَةَ طَبِيبٍ مَعَ مَرْضَاهُ بَلْ اِعْتَبِرُوهَا جَلْسَةَ تَسْلِيَةٍ وَمَزِيدٍ مِنَ التَّعَارُفِ خَاصَّةً وَأَنَّكُمْ شُفِيتُمْ وَسَتُغَادِرُونَ الْمُسْتَشْفَى فِي وَقْتٍ قَرِيبٍ بَعْدَ أَنْ أُنْجِزَ كِتَابَةَ تَقْرِيرِي عَنْ أَحْوَالِكُمْ»
لَمْ يَتَفَوَّهِ الْمَرْضَى الثَّلَاثَةُ بِأَيَّةِ كَلِمَةٍ، فَقَالَ الطَّبِيبُ لَهُمْ: «أَنَا مُحْتَارٌ وَلَا أَعْرِفُ كَيْفَ أَبْدَأُ حَدِيثِي مَعَكُمْ لِأَنِّي تَعَوَّدْتُ الْأَسْئِلَةَ الطِّبِّيَّةَ، وَصِرْتُ أَجْهَلُ الْأَحَادِيثَ الْعَادِيَّةَ. سَأَسْأَلُكُمْ: مَنْ مِنْكُمْ رَأَى بَحْرًا؟
«فَظَلَّ الْمَرْضَى الثَّلَاثَةُ صَامِتِينَ وَاجِمِينَ، فَقَالَ الطَّبِيبُ لِأَحَدِهِمْ: «تَكَلَّمْ يَا أَنْوَرُ.. أَلَمْ تَرَ فِي حَيَاتِكَ بَحْرًا؟
«فَهَزَّ أَنْوَرُ رَأْسَهُ هَزَّةً تَعْنِي أَنَّهُ رَأَى الْبَحْرَ، فَسَأَلَهُ الطَّبِيبُ: «وَمَتَى رَأَيْتَهُ؟
«قَالَ أَنْوَرُ: «رَأَيْتُهُ قَبْلَ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ عِنْدَمَا عَرَضَ التِّلِفِزْيُونُ فِيلْمًا تَدُورُ حَوَادِثُهُ فِي بَاخِرَةٍ بِحَجْمِ بِنَايَةٍ وَتَغْرَقُ
«قَالَ الطَّبِيبُ: «وَكَيْفَ غَرِقَتِ الْبَاخِرَةُ؟
«قَالَ أَنْوَرُ: «لَا أَدْرِي، وَغَرِقَتْ مِنْ دُونِ أَنْ أَعْلَمَ السَّبَبَ
«قَالَ الطَّبِيبُ: «لَوْ كُنْتَ تُجِيدُ السِّبَاحَةَ لَمَا غَرِقْتَ
«قَالَ أَنْوَرُ: «كُنْتُ أُجِيدُ السِّبَاحَةَ، وَلَكِنَّ الْمَاءَ الْمَالِحَ الَّذِي دَخَلَ فَمِي كَانَ أَثْقَلَ مِنِّي وَشَدَّنِي إِلَى قَاعِ الْبَحْرِ
«فَأَشَارَ الطَّبِيبُ بِيَدِهِ إِلَى مَرِيضٍ آخَرَ، وَسَأَلَهُ: «وَأَنْتَ يَا أَمْجَدُ.. أَلَمْ تَرَ الْبَحْرَ؟
«فَقَالَ أَمْجَدُ: «أَنَا أَيْضًا كُنْتُ فِي هَذِهِ الْبَاخِرَةِ الَّتِي غَرِقَتْ، وَكُنْتُ بَحَّارًا مِنْ بَحَّارَتِهَا
«قَالَ الطَّبِيبُ: «وَهَلْ غَرِقْتَ كَمَا غَرِقَ أَنْوَرُ؟
«قَالَ أَمْجَدُ: «قُتِلْتُ قَبْلَ أَنْ أَغْرَقَ، وَسَقَطَتْ كُتْلَةٌ حَدِيدِيَّةٌ عَلَى رَأْسِي وَحَطَّمَتْهُ
«قَالَ الطَّبِيبُ بِأَسَفٍ: «لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِالِلَّهِ
«قَالَ أَمْجَدُ: «وَالْبَاخِرَةُ لَمْ تَغْرَقْ مُصَادَفَةً بَلْ أَنَا الَّذِي ثَقَبَهَا وَأَغْرَقَهَا
«قَالَ الطَّبِيبُ: «وَلِمَاذَا أَغْرَقْتَهَا؟
«قَالَ أَمْجَدُ: «مَا هَذَا السُّؤَالُ؟ أَغْرَقْتُهَا لِأَنَّ عَلَى سَطْحِهَا كَمِّيَّةً كَبِيرَةً مِنَ النَّاسِ الْفَاسِدِينَ
«قَالَ الطَّبِيبُ: «وَبِالطَّبْعِ مَاتَ الْأَبْرِيَاءُ وَمَاتَ الْمُذْنِبُونَ
«قَالَ أَمْجَدُ: «إِذَا كَانَ قَتْلُ مِلْيُونَ بَرِيءٍ يُؤَدِّي إِلَى قَتْلِ مُذْنِبٍ وَاحِدٍ، فَهُوَ قَتْلٌ مُفِيدٌ، وَيَجِبُ أَنْ يَتَكَرَّرَ كُلَّمَا سَنَحَتِ الْفُرْصَةُ
«قَالَ الطَّبِيبُ: «وَلَكِنَّكَ كُنْتَ تَقُولُ كَلَامًا مُخْتَلِفًا قَبْلَ أَنْ تَأْتِيَ إِلَى مُسْتَشْفَانَا. أَنَسِيْتَهُ؟
«قَالَ أَمْجَدُ: «لَمْ أَنْسَهُ، وَمَا زِلْتُ أَتَذَكَّرُهُ وَأَسْخَرُ مِنْ بَلَاهَتِي. كُنْتُ أَقُولُ إِنَّ قَتْلَ مَلْيُونِ مُذْنِبٍ لَا يُبَرِّرُ قَتْلَ بَرِيءٍ وَاحِدٍ
«فَابْتَسَمَ الطَّبِيبُ، وَقَالَ لِلْمَرِيضِ الثَّالِثِ: «وَأَنْتَ يَا سَالِمٌ؟
قَالَ سَالِمٌ: «أَنَا الْوَحِيدُ الَّذِي يَسْتَحِقُّ أَنْ يُسْأَلَ عَنِ الْبَحْرِ لِأَنِّي وُلِدْتُ فِي بَيْتٍ قَرِيبٍ مِنَ الْبَحْرِ، وَتَعَوَّدْتُ كُلَّ يَوْمٍ أَنْ أَمْشِيَ فَوْقَهُ اِخْتِصَارًا لِلْمَسَافَةِ بَيْنَ الْبَيْتِ وَالْمَدْرَسَةِ
«قَالَ الطَّبِيبُ: «أَكُنْتَ تَمْشِي عَلَى وَجْهِ الْبَحْرِ؟
«قَالَ سَالِمٌ: «أَحْيَانًا كُنْتُ أَمْشِي عَلَى قَدَمَيَّ، وَأَحْيَانًا كُنْتُ أَمُرُّ فَوْقَهُ رَاكِبًا دَرَّاجَتِي
فِي تِلْكَ اللَّحْظَةِ، عَادَتِ الْمُمَرِّضَةُ إِلَى الْغُرْفَةِ حَامِلَةً صِينِيَّةً عَلَيْهَا ثَلَاثَةُ فَنَاجِينَ مِنَ الْقَهْوَةِ، وَأَعْطَتْ كُلَّ رَجُلٍ مِنَ الرِّجَالِ الثَّلَاثَةِ فِنْجَانَهُ، فَرَاحَ الثَّلَاثَةُ يَحْتَسُونَ قَهْوَتَهُمْ عَلَى مَهْلٍ غَيْرَ مُبَالِينَ بِالطَّبِيبِ الَّذِي كَانَ يُحَمْلِقُ إِلَيْهِمْ بِدَهْشَةٍ مُمْتَزِجَةٍ بِكَثِيرٍ مِنَ الْغِبْطَةِ وَالْفَخْرِ
Sınamayı Başarıyla Geçenler
Doktorun odasına üç adam ve bir de hemşire girer. Doktor, adamları son derece hoş karşılar ve içeri buyur ederek oturmaları için kendi masasının yakınındaki koltukları işaret eder. Akabinde hemşireden onlar için birer kahve getirmesini talep eder. Bunun üzerine hemşire hızlı adımlarla odadan ayrılır.
Doktor, o üç adama şunları söyler: “Sakın ola bu sohbeti, doktorun hastalarıyla olan sohbeti gibi düşünmeyin. Aksine bunu bir tür hoşça vakit geçirme ve tanışıklığın da ilerisinde gerçekleşen bir şey olarak kabul edin. Öyle ya sizler artık iyileştiniz ve yakın bir zamanda da durumunuz hakkında yazılı raporu alarak hastaneden ayrılacaksınız.”
Hastalar tek bir kelime bile etmezler. Doktor devam eder: “Ben sohbet etmeye nasıl başlanır bilmediğimden bir tereddüt içerisinde bulunmaktayım. Çünkü tıbbi sorulara alıştım ben ve sıradan konuşmalar nasıl olur unuttum artık. Şimdi size soruyorum: İçinizde hiç deniz gören var mı?”
Hastaların üçü birden öylece sessiz kalakalır. Bunun üzerine doktor içlerinden birine: “Sen söyle Enver. Hayatında hiç deniz görmedin mi?” der.
Enver gördüğünü ifade edercesine başını sallar. Doktor “Ne zaman?” diye ekler. Enver: “Üç gün önce televizyonda yayınlanan bir filmde gördüm. Filmde olay, apartman büyüklüğünde bir vapurda geçmekteydi ve vapur batmıştı.”
Doktor: “Peki vapur nasıl battı?” diye yineler.
Enver, “Bilmiyorum” der. “Ben daha sebebini anlayamadan boğuldum.”
Doktor “Şayet iyi yüzüyor olsaydın batmazdın.” der.
Enver: “Aslında ben iyi yüzebiliyordum. Ancak ağzımın içine dolan tuzlu su bedenimi ağırlaştırdı ve beni denizin dibine çekti.” diye karşılık verir.
Sonra doktor eliyle başka bir hastayı gösterir ve ona da “Peki ya sen Emced. Hiç deniz görmedin mi?” diye sorar.
Emced “Aynı şekilde ben de o batan geminin içindeydim.” diye cevaplar. “Üstelik gemicilerden biriydim.”
Doktor “Sen de Enver’in boğulduğu gibi boğuldun mu yoksa?” diye sorar.
Emced: “Hayır ben boğulmadan evvel öldürüldüm. Demir bir kütle başıma düştü ve onu paramparça etti."
Doktor esefle, "Rabbim sen bizleri esirge. Neler oluyor hayatta!” karşılığını verir.
Emced: “Doğrusu vapur kazara batmış değil. Onu ben deldim ve batırdım.”
Doktor: “Niçin batırdın?” diye sorar.
Emced: “Bu da soru mu şimdi? Batırdım çünkü içinde çok sayıda kötü insan vardı.” yanıtını verir.
Doktor: “Fakat bu şekilde yalnız suçlular değil suçsuzlar da öldü.” der.
Emced: “Eğer bir milyon suçsuzun ölümü, tek bir suçlunu ölümünü sağlayacaksa muhakkak bu isabetli bir öldürmedir. Bunu her fırsatta da tekrarlamak gerekir.”
Doktor der: “Ancak sen hastanemize gelmezden evvel başka şeyler söylemekteydin, unuttun mu?”
Emced: “Hayır, unutmadım. Hala hatırlıyorum söylediklerimi ve ahmaklığıma gülüyorum. Milyonlarca suçlunun katli suçsuz bir tek canın öldürülmesini haklı çıkarmaz diyordum.”
Doktor tebessüm eder. Üçüncü hastaya der: “Peki ya sen Sâlim?”
Sâlim der: “Aslında deniz hakkında soru sorulması gereken tam da benim. Çünkü ben denize yakın bir evde dünyaya geldim. Öyle ki okul ile evim arasında kestirme bir yol olarak denizin üzerinden yürürdüm.”
Doktor “Sen denizin üzerinde mi yürüyordun?” der.
Salim: “Bazen yaya olarak bazen de bisikletimle geçiyordum.” diye yanıtlar.
O anda hemşire içinde üç fincan kahvenin olduğu tepsi ile odaya döner. Üçüne de kahvesini birer birer ikram eder. Doktorun gıpta ve gururla karışık bir hayretle gözlerini üzerlerine diktiği üç adam, bu bakışları umursamaksızın yavaş yavaş kahvelerini yudumlamaya başlar.
Öykü Notları
1) Zekeriyyâ Tâmir Kimdir?
Zekeriyyâ Tâmir, 1931 yılında Suriye’nin Şam şehrinde dünyaya gelmiştir. 13 yaşına kadar okulda eğitimine devam etmiş ancak bu yaştan sonra ekonomik sıkıntılar sebebiyle eğitimine ara vermek zorunda kalmıştır [2]. Ancak o okumayı, öğrenmeyi hiç bırakmamış, âdeta kitaplarla kendini yetiştirmiştir. Tâmir’in hayatı hakkında elimizde yaygın pek fazla bilgi bulunmasa da onun sivrilmesine sebebiyet veren yazarlık kimliği ve öyküleri üzerine çokça yazılıp çizilmiştir. Nihayetinde o, modern edebiyat türlerinden öyküde Arap dünyasının en önemli simalarından olmuştur [3]. Öykü, çocuk öyküleri, siyasi ve edebi makaleler alanında eserler kaleme almıştır. Onun öykülerinde dikkati celb eden en önemli unsurlar gerçeklikten kopuş ve alay barındıran şiirsel üslubudur. Gerçek ile gerçek olmayan arasında bir yerde durur öyküleri. Karakterlerleri aymaz, tuhaf, sorunlu tiplerdir genelde. Bu tipler üzerinden çocuklar ve yetişkinler için kurguladığı öykülerinde toplumsal olayları ve değerleri işler [4].
Tâmir’in bazı eserleri Türkçe, Almanca, Fransızca gibi çeşitli dillere tercüme edilmiştir. Türkçeye kazandırılan başlıca kitapları şunlardır: رَبِيعٌ فِي الرَّمَاد (Kül İçinde Bahar), النُّمُورُ فِي الْيَوْمِ الْعَاشِر (Onuncu Günde Kaplanlar), الرَّعْد (Gök Gürültüsü).
Kaynaklar
Hikaye için:
Tâmir, Z.(1998). Senedhak. Beyrut: Riad er-Rayyes Books.
[1] Akçay, C. (2008). Zekeriyyâ Tâmir’in rebi’ fi’r-remâd (“Külde bir ilkbahar”) adlı koleksiyonu üzerine bir inceleme. Ekev Akademi Dergisi, 35, 279-294.
[2] İzci, A.H. (2016). Zekeriyâ Tâmir Hayatı Eserleri ve Sahîhu’l-Cevâdi’l-Ebyad Adlı Kitabının Tahlili (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Cumhuriyet Üniversitesi Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı, Sivas.
[3], [4] Şaban, İ. ve Kilci, K. (2020). Zekeriyâ Tâmir ve Çocuk Öyküleri. Nüsha Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, 51, 197-214.
Kapak Görseli: